SON DAKİKA

4 Ekim 2008 Cumartesi

Leonardo'nun Bisikleti

İmkânsızı istemekten hiçbir zaman vazgeçme
Leonardo Da Vinci






Leonardo Da Vinci Ve İcatları
G
azeteci yazar Can Yücel, Leonardo Da Vinci’nin son üç yılını geçirdiği Fransa’daki şatoyu gezdikten sonra bir yazı kaleme aldı. Bu yazısında Leonardo’nun not defterlerinden bir öyküyü aktarıyordu okurlarına. Bir taşın hikâyesini:

"Yağmurların yıkayıp açığa çıkarttığı irice bir taştı bu... Yükseklerde bir koruda, rengârenk çiçeklerle kuşatılmış biçimde duruyordu. Durduğu yerden, üstüne taşlar saçılmış bir yola bakıyordu.
Yoldaki taşları gördükçe onların arasına katılma arzusu duyuyordu.
"Ne işim var burada çiçeklerin arasında; aşağıda kendi türümle bir arada olmalıyım" diye düşünüyordu.
Bir gün koruluktan yamacın dibine yuvarlanıp diğer taşlara katıldı.
Ancak çok geçmeden, önce atların toynakları, sonra araba tekerlekleri, ardından da yoldan geçenlerin ayakları ezdi, tekmeledi onu...
Çamura ya da hayvan pisliğine bulandığı o günlerde başını kaldırıp çaresizce ayrıldığı çiçekli tepeye bakardı taş; inzivadaki o mutluluk köşesine...
Leonardo bu öykünün sonuna şu notu düşmüştü:
"İşte, tek başına ve düşüncelere dalmış olarak geçirdiği yaşamı terk edip çılgınca davranmak için en bayağı insanların arasına katılanların başına bu gelir.”
Da Vinci kendi hikâyesini böyle yazmıştı meşhur not defterine. “24 yaşında, döneminin en büyük sanatçısı tahtına oturmak üzereyken eş cinselliği yüzünden açılan bir davayla bunalıma girmişti.
Yukarıdaki notlar, o bunalımın iz düşümleriydi. Biyografisini yazan Michael White'a göre ("İlk Bilgin", İnkılâp, 2000) bu bunalım, o toy delikanlının hamurunu yoğurmuş ve ondan olgun Leonardo'yu yaratmıştı. “


İşte o; olgun Leonardo hayatını geçirmek istediği yere, çiçekli tepeye tekrardan çıkmış ve bu sefer geri inmek istememişti. İşte bugün hayran kaldığımız İtalyan Rönesans mimar, müzisyen, anatomist, mucit, mühendis, heykeltıraş, geometrici ve ressamı Leonardo Da Vinciböyle doğdu.

Leonardo: Evrensel Deha

Leonardo Da Vinci ismini herkes bir şekilde duymuştur. Meşhur Mona Lisa’sını, Mona Lisa’nın yüzündeki gülüşünün sırrını duymuşlardır bir şekilde. Ya da Dan Brown’un popüler kitabı “The Da Vinci Code”u okumuş; olmadı milyon dolarlık Hollywood uyarlama filmine gitmişlerdir(Yön: Ron Howard). Ve çok sayıda olmasa da icatları hakkında da bir şeyler duyanların sayısı da az değildir.
Ben bu “bir şeyler duyan” sınıfından biri olarak,  Da Vinci icatları sergisi iki sene önce Ankara’ya geldiğinde gittim. Bu sergiye gittiğimde neyle karşılaşacağımı bilmiyordum aslında. İcatları hakkında duyduklarım da “Büyük Usta”nın hayatı hakkında bildiklerim kadar sınırlıydı. Uçmayı denemişti, evet bunu duymuştum. Anatomiyle ilgilenmişti, evet bu da yabancı değildi zihnime. Ama bir robot, suyun üstünde yürüme paletleri, zırhlı tank, top, makineli tüfek, bisiklet, vinç ve günlük hayatımızda umursamadan kullandığımız o kadar alet… Bunların fikir babası olduğunu düşünmek mi; bu çok uzağımdaydı.

Sıradan bir insan olmaktan sıyrılmaya çalışmakta olan ben bu görüntü karşısında olabildiğine sıradan hissettim kendimi daha içeri girmek için sırada beklerken bile. Bir dehanın karanlıkta ışıklandırılmış zihin mahzenine, uzunca bir kuyruğun ardından, Dante’nin cehenneme girdiği gibi girdim. Yanımda bana yardım eden Ozan Vergilius da yoktu. Yalnızdım. Bu yalnızlıkta şaşırdım, tanıdım ve dürüstlükle söylemeliyim ki o kadar icadın arasından anlatacak bir tanesini seçmek, Akhilleus’un ölmek uğruna (Adını tarihe yazdırarak ölmek) Truva savaşına gitmeyi seçmesi kadar zor bir karardı. Ve bu kararsızlık içinde küçüklüğümüzün tutkusu bisiklet, göz kırptı bana. O zamanlar Bu bisikleti oldukça yakından incelemiş notlar almıştım. Şimdi sizi bu notlardan oluşturduğum yazıyla baş başa bırakayım.

Leonardo’nun Bisikleti 

İlk bisiklet 1791 de Fransız Sivrac'ın yaptığı sağ ve sol ayakların itmesi ile yürüyen bisiklettir. Bunun bir gidonu bile yoktur. 1817 de ilk defa gidonlu bisiklet, Karl von Dralis tarafından Drais de Senerbol’ün yaptığı bisikleti geliştirerek yapılmıştır ve 1839’da Mac Millan'ın ilk pedallı bisikleti buluşu bu günkü bisikletlerin taslağını oluşturur.

Kirkpatrick Mac Millan’ın bisikleti bizim için önemlidir, çünkü Leonardo Da Vinci'nin çizimleri kullanarak ilk pedallı bisikleti üretmiştir. 1839–1840 yılları arasında İskoçya'da yapılan bu bisiklet, halen Londra Science Museum'da sergilenmektedir.

Mac Millan Leonardo Da Vinci’nin çizimlerini kullanarak ilk bisikleti üretmiştir ya bu çizimler konusundaki tartışmaysa hala bir sonuca bağlanamamıştır. Çizimlerin Leonardo Da Vinci’ye mi, bir öğrencisine mi ait olduğu yoksa "Codex Atlanticus" albümünün restorasyonunda çalışan rahiplerin sahtekârlıkları sonucu mu ortaya çıktığına karar verilememiştir.

Bu konuda çarpıcı açıklamalardan biri Alman bisiklet kuramcısı Hans-Erhard Lessing’e aittir. Bisikletin hemşerisi Baron Drais von Sonnerbronn tarafından icat edildiğini iddia ederek, Leonardo'nun "Rönesans Bisikleti" hakkında şu açıklamalarda bulunmuştur:
“Bisiklet taslağının çiziminde kalem kullanılmış. Kalem ucu, grafitten imal edilir. Grafit, 1564 yılında, yani Leonardo'nun ölümünden yıllar sonra, İngiltere'de keşfedildi. 1960'larda, "Codex Atlanticus" albümünün restorasyonunda çalışan rahipler bu sahtekârlığı yapmıştır. İtalyanlar bisiklet buluşunun kendilerine ait olması gerektiği konusunda fazla tutkulular ve kendilerinden geçmişler."
Öte yandan birçok tarihçi de bu çizimlerde Leonardo Da Vinci’ye has rakam ve işaret sisteminin bulunmaması nedeniyle çizimlerin bir başkasına ait olduğunu kabul etmektedirler.

Gene Kaliforniya Üniversitesi’nden sanat tarihçisi Carlo Pedretti, 1961 yılında söz konusu çizimin bulunduğu sayfayı, henüz tutkalları sökülmemişken, güçlü bir ışık tutarak incelediğini ve bisiklete benzer bir şey görmediğini söylemiştir. Gözüne ilişen iki daire ve onları birleştiren eğimli çizgiyi not defterine kaydeden Pedretti, "Gördüğüm şekil bisiklet değildi," demiştir.

Bir başka iddia ise bisiklet çiziminin, orijinal resim kaybolduğu için Leonardo'nun öğrencileri tarafından yapılmış kaba bir röprodüksiyon olduğudur. Resmi kopya ettiği sanılan kişiler arasındaki en güçlü aday ise üstadın en favori öğrencisi Salai olduğudur.

Fakat öte yandan Leonardo Da vinci zinciri de bulmuştur ve bu zincir, bisiklet çizimindeki zincir - dişli mekanizmasıyla tamamıyla uyuşmaktadır.

Bunlar elbette olayın tarihi boyutları. Her ne kadar kesin bir sahibi olmasa da bu çizimlerin Leonardo Da Vinci’nin diğer yapıtlarını gören biri, kolaylıkla bunu da “Büyük Usta”nın eseri olarak sayabilir. Zaten zinciri bularak bu yapıtın en önemli kısmını başarmıştır.

Bir Bisiklet ve Bir İnsan

Anlatıcı (Sergide bir rehber bize yol gösteriyordu) ornitoferleri, zırhlı araçları, kilometre sayaçlarını anlatmış ve bisikleti anlatmak için başına dikilmişti. Küçük bir çocuğun hayallerini süsleyen bisikletin atasından uyarlanan tahta maket oracıkta; zinciri, gidonu ve selesiyle birlikte duruyordu. Bana ilk hatırlattığı kişi Darwin’di. Ve dolaylı yolla evrim.

Suda başlayan yaşamın, karaya çıkışı, hayvanların değişimi, üç tırnaklı atların tek tırnağa dönüşmesi gibi bisikletler de yıllar içinde ne kadar çok değişmiş bunu gördüm. Gördüğüm bu bisiklet maketi, hantal ve yürüyemeyecek bir icat da olsa şimdilerde ki vitesli bisikletlerin, hatta motorlu bisikletlerin atası, tanrısıydı.

Fakat gene de onun bu olmamışlığı insanda garip bir tutkuya da birlikte getiriyordu. Bitmemiş bir romanı bitirme hırsı gibi. Belki berbat edebilirsin ama belki de bir başyapıt yaratırsın. Görmek gerekir. Ya da başladığın yeni bir buluş gibi. Senin temellerini attığın bu buluş bilmediğin bir anda Japonya’yı yerle bir edebilir ya da basit de olsa Nazi tanklarını durduracak güçte olabilir (Molotof Kokteyli).



Bu bisiklet bende bu hislerin hepsini uyandırdı. Fakat geç kalmıştım. Bu bitmemiş eseri bitirmişler, bisiklet denen şeyi yıllar önce yaratmışlardı. Başarılı bir son yazmışlardı Leonardo’nun eserine.

 Ama gene de içimi bir yaratma hissi kapladı o an. Başarılı olan eserler insanda bunu “Ben de yaparım” hissini uyandırırlar, işte bu da onlardandı. Basit görünüyordu, herkes anlayabiliyor, herkes “ben de yaparım,” diyebiliyordu. Tıpkı Ernest Hemingway’in “İhtiyar Balıkçı ve Çocuk” eserini okuyup bir balıkçıyı herkes anlatabilir demek gibiydi bu; ama içten içe biliyordum ki böyle bir şey yaratmak için çok fazla şeyi öğrenmeliydi insan: “Öğrenme hissi”: Evet, bunu da aktarmıştı içime bu bisiklet.

Birçok şey öğrenmeliydim: Fizik, kimya, biyoloji, felsefe, anatomi, tarih vesaire ve vesaireler… Bir yerden de olsa başlama hissiydi sanırım bu. İkra yani Okudemişti Tanrı Hz. Muhammed’e. Bu söz dinsel boyutu bir yana bırakılınca saf doğru olan sözlerdendi. Okumalıydı insan. Dünyayı değiştirmek için okumalı, okudukça anlamalı gerçeği ve yaratmalıydı dünyayı değiştirecek eserleri. Eisenstein’ın “Potemkim Zırhlısı” gibi filmler çekmeliydi dünyayı değiştirecek ve kimse itiraz edememeliydi sanatsal başarısına. Şiirler yazmalıydı Nazım Hikmet gibi ve Dünyaca ünlü Nobelli şair Pablo Neruda bakıp Nazım’a

“Bu adamın yanında biz şair bile sayılmayız,” demeliydi arkadaşlarına.

Tiyatro oyunları yazmalıydı Sheakspeare gibi, Bertolt Brecht gibi. Anlatmalıydı insanlara Aristokrasi’nin çöküşünü şekspirane iktidar savaşları, aşklar arasında. Anlatmalıydı Burjuvazinin yanlışlarını “Bay Puntila ve Uşağı Matti” gibi destansı oyunlarda. Romanlar yazmalıydı Dostoyevsky gibi. Halkla soylular arasındaki uçurumları anlatmalıydı Raskolnikov’un günahları eşliğinde. Besteler yapmalı, resimler yapmalıydı. Olmadı bir ütopya yaratmalıydı fabrikasında batmayı göze alarak, Owen gibi.

Sanırım o anki karmaşıklık hala bulunuyor içimde. Geç kalmışlığın hissi bu. Birçok şeyi, hayatımızdaki birçok şeyi değiştirme hissi bu. Öyle bir eserdi ki bu, sadece bir an bakmak bile insana gösteriyordu gerçek denen kavramı. Bu yaratmanın gücüydü işte.

Bir de karmaşık şeyler yazıp göz boyamalar geldi aklıma. Bir kalıba uydurup “Anlayan anlar” demeler. Bu hataya ben de düşmüştüm yaptığım şeyler de. “Anlayan anlar,” demiştim, ama sanırım bir eser kendini anlatmayı bilmiyorsa onu kimse anlayamazdı. Ne Modern ötesi tanımlarıyla kurtulurdu insan ne de başka bir şeyle.

Çıkış Kapısı Görününce

Gezi bitip oradan çıktığımda bir filmden çıkmış gibiydim. Gerçekten de bir filmdi bu. Da Vinci’nin hayatından uyarladığı bir film. Ve biz bu filmi bayağı bir B sınıfı filmden çıkmış gibi görmemeliyiz. Onun bize kattıklarını da yanımıza alıp devam etmeliyiz yolumuza. Bir bisiklet ne katar dememeli, altında yaratının bulunduğu birçok şey gibi hayatı öğrenmeli bu ihtişamdan uzak tasarıdan. Ve bir zaman makinesi icat edip geçmişe o günlere gitmeli. Görmeli bu icatların çizimlerini. Belki de bir kamera, iyi bir araştırma ve bir beyaz perde de yeterli olabilir bugünlerde. Herkese göstermek için…

Kaynakça

Share this:

 
Designed By OddThemes & Distributd By Blogger Templates