SON DAKİKA
Reha Erdem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Reha Erdem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ekim 2009 Cumartesi

Kosmos - Reha Erdem'den Bir Deli Hikayesi




46. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali'nin Final Gecesinde, Erden KIRAL yılın en iyi filmini söylemek için sahnede yerini aldığında ağzından şu sözler dökülüyordu: "Mevlevilikle, Şamanizmi bir araya getiren bir film... KOSMOS"

Bu seneki Altın Portakal'a damgasını vuran iki film vardı. Biri İnan TEMELKURAN'ın Bornova Bornova'sı (5 dalga ödül aldı) bir diğeri ise Reha ERDEM'in Kosmos'uydu. TEMELKURAN'ın filmini hala izleyememiş olsam da Reha ERDEM'in Kosmos'unu festival kapsamında izleme fırsatı bulabildim ve iyi ki de bulabildim. Zira ERDEM'in filmleri festival kapsamında izlenmediği ve DVD'si çıkmadığı sürece ulaşması zor filmler. Vizyonda pek de uzun süre yer edinemiyorlar. Bunun örneğini geçen seneki Hayat Var'da görmüştük. Neyse bu bir başka mevzu diyerek filmin kısa bir değerlendirmesine geçelim.

Mücizeler yaratan bir deli'nin öyküsü Kosmos. Bir çeşit halk kahramanı/anti-kahramanı olan Kosmos'un yolu bir gün uzak diyarlardan birine Kars'a düşecektir ve karşısına çıkan zor durumdaki insanlara mucizeler sunacak, aşık olacak, aşık olmaya aşık olacak ve zaman zaman mevlana'dan, şaman kültüründen dem vuracak ve etrarındaki insanlara ne olursan ol gel diyecek ama kovulacak.

Çok kültürlü, çok güçlü bir film KOSMOS. Bir bakıma Türk sinemasında son yıllarda görülen ve amiyane tabiriyle Nuri Bilge CEYLAN sineması olarak adlandırabileceğimiz sinemanın dışına çıkan sonuna kadar ustaca bir film. Benim ağzımda Bunuel, Godard filmleri tadı bırakan ama bunun yanında sonuna kadar bizim öykümüz olan bir film Kosmos.

Hakkında daha uzun daha derin şeyler yazmak için bir kez daha izlemem gerekiyor; bunun için de vizyon tarihini büyük bir hevesle bekliyorum.

Şimdilik bizde kalansa filmin fragmanından başka bir şey değil ve fragmanı bile bize  bir çok sunuyor:



KOSMOS-Reha Erdem from Pelin Gunes on Vimeo.

17 Ekim 2008 Cuma

Sayıklamalar...

Bugün günlerden perşembe... Yok Cuma olmuş artık. Biraz soğukça bir gece olacak gibi Ankara'da. Sıcak bir gündem var etrafta. Adamın biri Tanrı'ya dava açmış Tanrı adresinde bulunmayınca dava düşmüş. Bence iyi de etmiş dava açan adam. Lan yirmi bir yıldır bir güzellik bekliyorum: Bi' oturmuş yaşam, bi' ev güzel bir sevgili güzel bir yaşam; olmuyor arkadaş. Bir başkası annesini yakmış barbekü de. İyi etmemiş... 

1 saat kadar uzun bir yolculukla geldiğim evime gireli olmuş bi' yedi saat. Yolları kalabalık şehrim Ankara'nın trafik kapasitesini sonradan görme aşan özel otomobil sayısı tavana vurmuş, toplu taşımanın ilkel çağdan kalma araçlarını Melih Gökçek "Ankara bir başka güzel şimdi" diyerek utanmadan yollara vurmuş. Bir kitaptan satırlar geliyor aklıma. Moskova'lı bir kız yeni tanıştığı adama soruyor: "Araban var mı?" diye. Adam cevap veriyor: "Böyle büyük bir şehirde araba sahibi olmak delilik." Bu Ankara'da herkes mi delirmiş. Kaba bir görgüsüzlüğü var bu Ankara'nın. İstanbul'un da taşı toprağı altın değil biliyoruz ya Kültür Başkentimiz diye görmemiz boşuna değil. Melih Gökçek (İnatla yapmıyorum seviyesiz İ. Melih Gökçek esprisini) Ulus'u yıkmaya karar vereli çok olmadı. Tarihtan geriye kalan ne varsa yok edelim kampanyası olmalı bir yerlerde. 

Üniversite hocalarının Ego'ları tavan yapmış. Narsizmin kelime anlamı olarak geziyor bir çoğu; özellikle benim okuduğum okulda. Motorunu, zenginiliğini ve gezdiğim mekanları anlatan;  şirketinde aldığı projeyi ödev diye öğrencilere veren mimarlık hocalarına sahibim. Entel mastürbasyonu yapıyorlar çoğunlukla öğrenciler üstünde, kahve içip, dedikodu yapıyorlar entel oluyorlar (Kahve Entel yapıyormuş). 

Uykusuzluk hat safhada. Yalnızlık... Bu kadar programın arasında yalnızlık dokuz harfli güzel bir kelime olmaktan ileri gidemiyor. Gece 2 oldu saat. En ölü saatleri dolu dolu yaşamaya çalışan bir çeşit manyağım sanırım. Manyaklık yaygınlaşıyor insanlar arasında, yeni yüzyılın hastalığı olacağından korkar oldum. Filmler dökülmeye başladı sinemalara. Yakında Üç Maymun ile de Hayat Var ile de tanışacağız az kaldı dayanın gözümüz bayram edecek. Sinemadan anlamayı film-noir izlemek sanan, saturation'ıyla oynanmış insanlar kitlesi bugünlerde gene her yerde. Kızılay sokaklarında sinyal çeken veletler var sonra, kaç yıl olmuş biz büyümüş de velet der olmuşuz yaşıtlarımıza. İmge kitap evine para veriyor mı acaba önünde oturan kuru kalabalık. İmge batarsa bunlar yüzünden batar.

Vakit bulamadım ve hala okuyamadım Masumiyet Müzesi'ni. Orhan Pamuk'un platonik aşklarla bezeli hikayeleri hep cezbetmiştir beni. Kaybedenlere özel bir sevgim var. Senegal Milli Futbol Takımı Fransa'nınkini 2002 Dünya kupasında yendiğinde onlarla dans etmişliğim bile var. Sosyal duyarlılık bu benimkisi, yararsız bir pasifizm. Statükocu bir yapıya büründüm son günlerde hayırlısı. Devrim Hemen Şimdi derdik bir zamanlar. 

Eski bir CD'den lise yıllarımın porno arşivi çıktı. Bakıp güldüm o zamanki çıplaklık anlayışıma. İnsanlar büyüdükçe uygarlaşıyorlar ya bunun nedeni içlerinde büyüyen hayvanı daha bir çok saklamak gibi geldi bana bugün CD'ye baktıkça. Sonra kırıp attım çöp kovasına. İnternet nelere kadirsin dedim, bir zamanlar VCD'si olan evlerde toplanıp arkadaş arkadaş porno izleyen bir çocukluğun çarpık ürünleriyiz sonuçta. İlk sevgilimi hatırladım sonra. Güzel kızdı ya o zamanlar sevgili neydi biliyor muyduk bunu bilmiyorum. Şimdi altı yaşında çocukların sevgilileri var. Cinsel büyüme düşe düşe altı yaşına mı geldi acaba? 

Yazın bitmesiyle başladı gene hengame. Gri havalardan nefret eder oldum bu son bir kaç senede. Günler kısalıyor gene. 21 Aralık günü ne çok uyuyacağım bu gece diye sevinçle yatağa girdiğim günler geldi aklıma. Sonra 21 Haziran gününü sokaklarda sürterek geçirdiğim yazlar. Şimdilerde gezmeye vaktim bile olmuyor olsa bile kolum kalkmıyor. Bol bol Dizi izliyorum asosyalleşme yolunda. Doktor Gregory House'un babası öldü bu haftaki bölümde. Wilson geri döndü. Cameron hala güzel ve ben hala yeni üçlüyü sevemedim gitti. TNT'de 23 Ekim'de ilk bölümünden başlayacakmış House MD. Tekrardan izleyecek kadar asosyallik sınırlarındayım. 

Çok oldu bir kadınla yatmayalı uzun uzadıya sevgili olamayalı. Tarih vermeye gerek bile yok. Son zamanlarda sıkışıp kaldım bir yaşam biçiminin içine her gün yaşa aynısını dur. Dün ne yaptıysam bugün aynısını yapar oldum.İçki tüm kötülüklerin anasıymış, anne hasretiyle sarıldım gitti. Bukowski tadında saçmalamaya başlamadan bitirmeli bu sayıklamaları. Zaten Amerika batıyor her gün Televizyon ekranlarımızda yeni baştan. Bu kriz bizi vurmuyormuş öyle dediler. Bu kadar Amerika bağımlısıyken nasıl vurmuyor onu da anlamıyorum. Bizim dizilerdeki zenginleri de vurmuyor. Bu bizim dizilerde fakir yok gibi zaten; varsa da yan roldeler ya da figüranlar... Abim anlatmıştı. Zengin'e sormuşlar "Fakir'in Evi Nasıl Olur?" diye. Demiş ki "Hizmetçisi Fakir Olur, Aşçısı Fakir Olur, Bahçivanı Fakir Olur.. " Bizim dizilerdeki de o hesap. Fakirlerin evleri bizim evlere resmi anlamda şenlik. Son Ağa diye bir diziye baktım bugün. Tamer Karadağlı'yı hep iyi oyuncu diye severdik biz küçükken, bu dizide çok kötü oynuyor arkadaş utandım. Aklıma Deliyürek geldi sonra. Salak salak izlerdik çocukken. Ali Sürmeli'ye güler, Miroğluna özenirdik. O zamanlar Kenan İmirzalıoğlu da kötü oyuncuydu. Sonra Uğur Yücel'i gördü oynamayı öğrendi. Şimdi dönüp bakınca Tamer Karadağlı mı Kenan İmirzalıoğlu mu dersek, Kenan tercihim olur hem oyunculuk hem fizik açısından. 

Nerden geldik bu konuya onu bile hatırlamıyorum. Sözü daha fazla uzatıp daha çok şey yazmak için can atıyorum ama her an daha fazla saçmalayabiliyorum. O yüzden iyi geceler hepinize...

19 Eylül 2008 Cuma

Altın Portakal'a Aday Filmler Belli oldu:

Cannes'da en iyi yönetmen ödülünü Alan Nuri Bilge Ceylan Altın Portakal'ında en önemli Adayı konumunda.


Bu yıl 45.si Düzenlecek Olan Altın Portakal Film Festivalinin Uzun Metraj Film Adayları belli oldu. Toplam 16 film bu sene Altın Portakal İçin Yarışacak.
İşte Filmler:

Üç Maymun - Nuri Bilge Ceylan: Bana Kalırsa En iyi filmi ya da En iyi yönetmen ödülünü gene Nuri Bilge  götürecek.
Hayat Var - Reha Erdem: Zeki Demirkubuz'un yokluğunda Reha Erdem'e de Nuri Bilge'den kalan ödüllerden birinin düşme şansı yüksek.
Süt - Semih Kaplanoğlu: Venedik'te aradığını bulamadı Semih Kaplanoğlu "Süt"le ama Altın Portakal'ın son sahibi Yumurta filminin rüzgarını arkasına almış durumda.
Pandora'nın Kutusu - Yeşim Ustaoğlu: Kişisel olarak pek de ilgimi çekmeyen bir yönetmendir Yeşim Ustaoğlu ama seveni çok... Bilemiyorum.
Nokta - Derviş Zaim: Derviş Zaim Cenneti Beklerken ile istediğini bulamamıştı umarım Nokta'sı onu eski günlerine taşır.
Ulak - Çağan Irmak: Popüler Sinema'nın sanatla iç içe geçtiği yapıtlar yapan Çağan Irmak bana göre bu yarışmada pek de şanslı değil ama umarım bir ödül de olsa verirler; zira Mustafa Hakkında Her şey ile üzmüştüler Çağan Irmak'ı. (Üzen jürilerden biri de Nuri Bilge'ydi :)
Vicdan - Erden Kıral - Erden Kıral'ın filmini şahsen merakla bekliyorum. Kadrosunda da Nurgül Yeşilçay ile Murat Han var.
Gitmek - Hüseyin Karabey: Gerçek bir hikayeden esinlenilmiş bir film. Konusu enterasan. Kuzey Irak'a aşk için bir yolculuk.
Gökten Üç Elma Düştü - Raşit Çelikezer: Ben mi yanlış biliyorum ama bu adam Birol Güven Sit-comlarının yönetmeniydi. Filmi nasıldır bir fikrim yok.
Kambur - Şahin Gök: Anladığım kadarıyla kötü bir 12 eylül filmi iması uyandırdı bende. Kadır İnanır oynuyor.
Diber'in Sekiz Gün'ü - Cemal Şan: Geçen sene de portakal için yarıştı yönetmen bu sene de yarışması iyi.
İki Çizgi - Selim Evci: Yönetmen'in ilk uzun metraj filmi.
Gölge ve Aydın - Mehmet Güreli: Pek bilgim yok bu filmle ilgili açıkçası.
Bunu Gerçekten Yapmalı Mıyım? - İsmail Necmi: Yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi. Yönetmen zaten fotoğrafçı imiş.
Başka Semtin Çocukları - Aydın Bulut: Dizi yönetmenliğinden film yönetmenliğine geçti. Bülent İnal, İsmail Hacıoğlu ve yönetmenin sevgilisi Eyşan Özhim var filmde.
Pazar - Ben Hopkins: Bu niye türk filmi bunu hiç mi hiç anlamadım sayın okuyucu anlayan varsa bana da bildirsin. Kadrosunda Genco Erkal filan görünüyor ama sırf türk oyuncuları var diye türk olmaz sanırım...

Göründüğü gibi önemli yönetmenler, iddialı filmler ve popüler yapımlar bir arada yarışacaklar. Benim açımdan ödül alacak filmlerin en azından bir kaçı belli ama bakalım süpriz olacak mı. Son olarak Juri'yi de bildirelim:

Tuncel Kurtiz'in başkanlığında, Ali Akdeniz, Serdar Akar, Ayda Aksel, Fadik Sevin Atasoy, Ömer Faruk Sorak, Sevin Okyay, Çetin Tunca ve Güven Kıraç bu seneki jürimiz efendim. Juriye bakarak da sonuçlarda süprizler olacağı iması da uyanmadı değil.

Çağan Irmak uzun süredir bekledi bu yarışmayı. Sonucu ne olacak bilinmez.

28 Haziran 2008 Cumartesi

Reha Erdem Hakkında Bir Kaç Söz



Türk sineması denilince akla gelen bazı isimler vardır. Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim (Son zamanlarda biz miktar arka plana düşse de) ve ne kadar Türk sinema Yönetmeni sayılır bilemediğim Fatih Akın sanat ayağını oluşturur bu isimlerin. Çağan Irmak, Yılmaz Erdoğan, Abdullah Oğuz, Ömer Faruk Sorak ve ne kadar sayılır gene tam olarak karar veremediğim Cem Yılmaz'sa popüler sinema ayağını oluşturuyor...

Bu isimleri tartışmak için yazılmış bir yazı değil elbette bu. Daha çok bu isimlerin dışında kalmış, -aslında bunu biraz da popüler sinemacı mı yoksa sanat sinemacısı mı diye karar vermesi zor bir sinema tarzına sahip olması- Reha Erdem için yazıyorum.

Burada ilk sorulacak sorumuz: Sanat sineması ve popüler sinema diye bir ayrım gerçekçi mi? olur sanırım. Yazıya başlamadan bununla ilgili kendi fikirlerimi de beyan etmek zorunda hissediyorum kendimi.

Ne kadar bu ayrım yanlıştır desek de ki bence de yanlış bir ayrımdır ve bunun en güzel örneği bana kalırsa Vizontele'dir. Bunca zamandır sinema eleştirmenleri tarafından piç muamelesi görmüş bu film bir çok açıdan çok başarılı sinematografik özelliklere sahiptir. Ama gerek Yılmaz Erdoğan'ın popülerliği, gerek filmin izlenme rekorları kırması gibi sorunsallar bu filmi bir miktar sanat çevrelerinde itici yaptı bana kalırsa ve bu yüzden bu film pek sahiplenilmedi sinemacılar tarafından. (Bu arada bahsettiğim vizontele'nin ilk filmidir. İkincisi için aynı pozitifliğe sahip olamayacağım)

Bu yüzden biz neyi kabul etsek de edelim gerek festivaller gerekse gişeler gösteriyor ki sinemamız ikiye ayrılıyor ve belki de bu yüzden ulusal bir sinema oluşturamıyoruz. Çünkü iki ayrı sinemanın göbeğinde kalmış durumdayız.

Gelelim bu uzun açıklamadan sonra bir yönetmene ve onun filmlerine...

Üstte bahsettiğim yönetmen isimlerinin hepsini tanıyan ve sinemacı olma çabasında bu yönetmenleri izlemeye çabalıyordum. O sıralarda sinemayı bana sevdiren asıl kişi olan ablamdan bir isim duydum... Reha Erdem.

Aslında başta çok önemsemediğim bu ismin ne yazık ki şu ana kadar çekilmiş hiçbir filmini gösteriminde izleyemedim. ve bir başka gariplik de şuydu: filmlerini çekim sıralarınnın tam tersine göre izledim...

Ama bunlar bu yönetmeni sevmemi engellemediler. Nasıl özetlenebilir bilmiyorum ama ağzımda bıraktığı tat bir çeşit özlemdi. Sinemayı sevmeye özlem. Ne filmin dışında tutuyordu beni ne de tam anlamıyla içine girmeme izin veriyordu. Bir anda sarıp sarmalıyordu sizi ve çoğu zaman unutuğum sinema sevgimi depreştiriyordu işte. Sinema'yı sinema yapanda sanırım bu histi. Filmi izlemek ve beğenmek güzel olmuş demek yetmiyor bazen... Bana kalırsa sinemayı sevdirmeli bir film insana sinema bu dedirtmeli...

Gelelim biraz da bilgiye.

Reha Erdem 1960 yılında İstanbul'da doğdu. Galatasaray Lisesi mezunu yönetmen Boğaziçi Üniversitesi'nde Tarih okuduğu sırada asıl istediği işi yapmak için okulu bırakıp yurt dışına Fransa'ya gitti. Burada Paris VIII Üniversitesi'nde Sinema ve Plastik Sanatlar Bölmü'nü bitirdi. Fransa'da kısa filmler çekti. Daha sonra Türkiye'ye döndü. 1988'de aslında Fransa'da çekmeyi planladığı ilk filmi A Ay'ı Türkiye'de çekmeye karar verdi ve çekti. Büyük zorluklarla çektiği bu filmine daha sonra değişneceğim elimden geldiğince. Daha sonra Türkiye'de uzun süre reklam yönetmenliği yapan yönetmen üç uzun metrajlı filme daha imza attı.

Amaçları peşinden Boğaziçi Üniversitesini bırakacak kadar kararlı olan yönetmen sanırım böyle sinema sevgisi aşılayan filmler çekmesini de kendisinin sinemaya olan aşkıyla başardı.

4 film 4 sinema


Reha Erdem bazılarına göre Author bir yönetmen olarak görülmemekte. Bunun nedeni de aslında dört ayrı filminde dört ayrı sinema deneyimi sunması. Her filmin kendine ait sinema dili var belki ama aslında dört ayrı filmde de Reha Erdem'in ortak bir dili olduğunu yadsımak da bana kalırsa saçmalık olur. Aslına bakarsanız Reha Erdem'i Türk sineması için bu kadar önemli yapan da bu tarzı. Türk sinemasında bir çok önemli ve üretken yönetmenimize göz atarsak genelde hep film tarzlarında bir değişiklik olmadığını görürüz. Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz ya da Yavuz Turgul filmlerini bu dediğim şeye örnek olarak sunabiliriz. Elbette bu kötü bir şey değildir aksine yönetmenin bir tarzı olduğunun göstergesidir ama buna rağmen Reha Erdem gibi her filminde bize başka tatlar sunan yenilikler yaşatan yönetmenlere de ihtiyacımız (oldukça) mevcut. (Burada bir parantez açarak çektiği dört sinema filmini göz önüne alarak Çağan Irmak'ı da Reha Erdem'le birlikte her filminde yeni deneyimler sunan bir diğer yönetmenimiz olarak gösterebiliriz. Ve bir başka parantez açmadan daha izlememiş olduğum 3 Maymun fi
lmiyle Nuri Bilge'nin de yeni bir deneyim sunacağını bekliyorum izleyicilere. Zira Fragman bu hissi uyandırdı bende.)

Yönetmenimizi ve filmlerini daha iyi anlamak için geçen sene boyunca yönetmenin filmlerini izlerken aldığım notları size sunmak istiyorum. Aslında yeni baştan yazmak istesem de şimdi yanyan getirdiğim cümlelerde o zamanki heyecanı bulamadığım için bunu sunuyorum. (Bu notları Ekşi Sözlük Adlı site aracığıyla aldığım için yazılar bir yerden tanıdık geldi diye bana gelmeyin ama) (bkz: swh)

Beş Vakit/Times And Winds (2006)


Bana biraz Emir Kusturica'nın (Ki son sürelerde Kusturitza diye okunuyooo demek popüler oldu bu yönetmenle ilgili :) filmlerini hatırlatan, baştan sonra aslında çok sıkı bir konu işlemesi olmasa da her kesitte gerçekten doğal olan bir yaşamı tüm güzellikleri ve doğallıyla ortaya koyan filmdi Beş Vakit.

Her ezan sesinde, vakitler değiştiğinde; her hayvan görüntüsünde, her doğayla birleşmiş çocuk da, yere düşen bebekte, bayılan ablasında; kendisi gibi hayvanları çifleşirken izleyen kız kardeşini kovan çocukta, babasının gizli gizli camını açıp ölümünü erkenleştirmeye çalışan ömer'de, hocasına aşık yakup da, yıkanmamış ellerinde ve diğerlerinde beni sarsan filmdi. Ağlatmaz, ama insanın boğazına bir yumur koyar ki ağlamaktan beter eder insanı.



21.04.2007



Gelelim Korkuyorum Anne ya da İnsan Nedir Ki'ye (2004)



İnsan korkularını muteşem bir liriklikle güldürmek için kullanan, şenlik tadında, şenlik havasında, istanbul sokaklarında, insanların arasında, gülümseme dolu bir Reha Erdem filmi. Reha erdem filmlerini ters sırayla izlemeye başlamış biri olarak Beş Vakit'i izlediğimde içim buruk bir sevinçle dolmuştu. beğenmiştim filmi bunun üzerine de uzun sayılmasa da bir şeyler yazmıştım. (bkz: Üstteki Yazı) Bu filminse methini çok duymuştum. gene de bir korku vardı içimde filmdekilerden iyi olmasın. oyuncular tanıdık yüzlerdi ve bir çoğunun yüzü dizilerde izlemekten eskimişti. bu doğallığı bozar mıydı? Sevinç ErbulakBeş Vakit'de fark etmem filmin ortasını bulduğundan bu filmde de bir şey bekliyordum bu soruna çözüm için. Beklediğimi buldum. bir Cast bu kadar iyi seçilir ve bir oyuncu yönetmenliği bu kadar mı iyi yapılır. Avrupa Yakası'nda çapkınlıklarıyla sıkan Şenay Gürler'i bile çok sevdim bu filmde. Zerda'nın ezik marabası Köksal Engür burada ne güzel de sert bir baba olmuştu. Aynı dönemde izlediğim başka bir film olan Hokkkabaz'da Mazhar Alanson'u beğenmiştim bu filmde Köksal Engür'ü görüp, şaştım kaldım. Herkes sanki o mahallede doğmuş gibiydi. Her yer sıcak bir kokuyla kaplıydı. Filme gelince. Başından sonuna ağzımda anlamsız bir gülümsemeyle izlediğimi söylemek zorundayım. Epey de kahkaha attırdı bana. Bunları görünce bu filmin gişedeki başarısızlığı aklıma geldi. Reklam dedim geçtim. Bir film belki bu, ama fotoğraf inceliğinde karelerle döşenmiş bir film, anlatacağını baştan sona öyle bir akıcılık içinde öyle bir güzel anlatmış ki bakmak kalmış geriye. Sahne önünden koşarak geçen topuklu terlikleri, arabası yokuştan hızlı inmesin diye önüne siper olan satıcıları, ipte sallanan yalnız kilotu, bir ileri bir geri giden arabası, evini arayan köpeği, sünnetten korkan çocuğu, babasından korkanı, annesinden korkanı, aşktan, hayvanlardan korkanı, hayattan korkanı... Hepsi bir dil olmuş beraber şarkı söylemişler. arkadan sessiz sakin akan ve fazlalağına rağmen beni sıkmayan ara sıra oynatan arabesk öğelerle beslenmiş müzik içinse söyleceklerimi zaten bu cümlede söylemişim farkında değilim. "Korku nasıl anlatılır?" denilse herkes korku filmi tadında şeyler gösterir, insanı bunaltan şeyler. ama bu film korkuyla dalga geçerek öyle bir anlatıyor ki korkuyu; senaristin dehasından, yönetmenin gücünden korkmak gerek.

benim içinse sırada Kaç Para Kaç
ve A Ay var.



01.05.2007



Yani Sırada Kaç Para Kaç (1999)



Reha Erdem sinemasına olan saygımı bir kat daha arttıran film. Reha Erdem filmlerini tersten izleyen biri olarak bu filmini Beş Vakit ve Korkuyorum Anne'den epey sonra izleyebildim. Başlangıçta beni neyin beklediğini bilmiyordum. bundan önce izlediğim iki filminde de çok ayrı türlerde çok başarılı iki film çıkarmıştı Reha Erdem ve bu sefer de sanırım bambaşka bir tür bambaşka bir film bekliyordu beni. Yanılmadığımı anladım ve sevindim Kaç Para Kaç'ı izlerken. Dürüst ve orta halli bir eli sıkı tüccarın haydan gelen bir parayla başlayan macerasını, karakterimizin git gide bozulan yapısını, parasını kaybetme korkularını, savrukluğunu, kanına karışan para için insanları haksız yere suçlayacak hale gelişini, insanların ölümüne sevinişini vesaireleri gösteren bir film bu. İnsanların paraya bağlanan hayatlarını, kapitalist düzenin benzini olan parayı anlatıyor reha erdem ve bunları lirik bir dille, kimi zaman komik kimi zaman sert ve zaman zaman her gün akıp giden paralar gibi hızla anlatıyor. 450 bin doların bir insanın hayatına bir anlık yükseklik getirişini ve ani dibe çöktürüşünü gösteriyor. Bazı yönlerden kara film tarzına yakın, dar açılar, dar planlarla süslü, karanlık çekimlere sahip bir film bu. Sinemasal anlamdaki zenginliği de senaryonun anlattıklarına muhteşem bir destek sunuyor ve ortaya izlenmesi de izledikten sonra hazmetmesi de büyük zevk veren bir film çıkıyor. Yalan söylememem lazım bundan önceki iki filmini de izleyip jenerik ekranına bakarken Reha Erdem'i kıskanmıştım bu filmi neden ben çekmedim diye ve şimdi bu filmi izledikten sonra neden böyle filmlere sahip bir yönetmen değilim diye yanıyorum. Elbette Reha Erdem'i başım önde büyük bir saygıyla selamlıyor ve izlemediğim tek filmi A Ay'ı izlemek için gün saymaya başlıyorum.



26.07.2007



A Ay (1988)


Çekildikten sekiz yıl sonra ancak sinema salonlarında yer bulabilen video art tadında Atilla Dorsay'ın değimiyle Mozart ile ezanı, Batı ile Doğuyu harmanlayan gene Reha Erdem imzalı düş gibi bir film. Siyah beyaz bir deniz ve harap olmuş bir konak. Yıkılmış aristokrasi ve yükselmekte olan ne idiğü belirsiz burjuvazi. Ve bu ikilinin arasına sıkışmış annesini camdan bekleyen bir kız. Türk sinemasında örneği az görünecek cesarette bir deneme. Evet belki diğer Reha Erdem filmleri kadar ağızda şekerli bir tat bırakmıyor ama olabildiğine muhteşem görüntüler kusursuz bir atmosfer sunuyor bize. Efsanelerin, gerçeklerin birbirine karıştığı filmi izlemek uzun süreli karmakarışık bir rüya görmekten farksız aslında. Filmin sonu yataktan kurumuş bir boğazla kalkmak gibi.




06.09.2007



Bu yazımda bir kusurum varsa affola. Reha Erdem gibi bir yönetmen için böyle bir yazı ne kadar yeterli onu da bilmiyorum. Bir tek bildiğim şey var o da yönetmenin yeni filmini (adı sanırım Hayat Var olacak) aynı heyecanla bekliyorum. Ve herkesi Reha Erdem filmlerini bir an önce izlemeye davet ediyorum...


 
Designed By OddThemes & Distributd By Blogger Templates