SON DAKİKA

29 Nisan 2009 Çarşamba

Geçmişten Kalanlar Üzerine...

Uzun tren yolculuklarıdır izmir'e gidişlerimden aklımda kalan.

Mavi tren'in eski ve zaman zaman çok soğuk, zaman zaman çok sıcak vagonlarında,

Yan koltuğumda uyuyan annem ve bir beşikteymişim gibi uyumam için beni sallayan  metal soğuğu vagon annelerimle bitmeyen yolcuklar.

Halkalı'dan Basmaneye gitmek bilmeyen vagonlar, İzmir'e gitmek istemeyen bir çocuk ben.

Pazartesi günleri: Görüş günüdür Buca Cezaevinin. Ve hep pazartesileri basmane garına girerdi benim trenlerim.

Uzun uzadıya taksi yolculuklarında, lağım kokardı Ege İzmir'de ve mütemadiyen yağmur yağardı bir yerlerinde. Her yol Buca'ya varırdı benim için İzmir'de.

Buca Cezaevi: Orta çağdan kalma bir derebeyi kalesi. Cüzzamlıların kovulduğu bir ada.

Karşısında bir kıraathane. İçinde, emekliliğin verdiği boşluğu okey ve iskambil oyunlarıyla doldurmak isteyen, ağızlarında bitmiş sigalarıyla yaşlılar ve işsizliklerinin utancı yüzlerinden okunan ve yaşlılardan daha çok ve daha afilli sigara içen İzmir delikanlıları.

Televizyonda her daim bir şeyler çalardı ama kimse orada bir televizyon olduğunun bile farkında değildi.

Buca Cezaevi karşısındaki kıraathanede beklerdik annemle görüş saatini. Elimizde kapı önündeki fırsatçı simitçiden alınmış bayat simitler, masamızda çay bardakları izlerdik görüş için bekleyen insanları.

Utana sıkıla sırada ilerleyen ve içerdeki yakınını görmek isteyen insanlar yığınıyla dolardı hep Buca'nın önü. Çoğu yaşlı ana babalardı. Yüzlerinde utanç, içlerinde onları oraya sürükleyen çocuklarına kızan bir parça, çocukları yaşındaki askerlerden azar işite işite girerlerdi içeriye. Uzun bir yolun kenarı ellerinde kalaşnikovlu askerlerle dolup taşardı hep. Bir parça daha fazla yesin diye çocuklarına getirdikleri erzağı bu kalaşnikovların namlusuyla karıştırırdı askerler. Bir şey diyemezdiler...

Sonra içeri giriş vakti yaklaştıkça bir buruk heyecan sarardı yürekleri. Bir bilinmedik yoldan geçer gibi geçerledi avlusundan Buca'nın. Demir kapılardan geçerken başlanırdı aramalar. Çoraplarına kadar aranırlardı. Üstlerinde mahrem yerlerini örten bir kaç bez parçasından fazlasını bırakmak yasaktı. Yasak olan her şeyden farklıydı bu yasaklar. Gücüne giderdi insanın. Bir zille başlayan görüşmeler, gene bir zille biterlerdi. Gardiyanlar volta atarlardı yasak şeyler konuşmayalım diye arkamızda ve elleri bağlı arkalarında. Ve demir tellerin ve camların arasından duyurumaya çalışırdık sesimizi birbirimize.

Güneş görünürdü bazen Ceza evinin pencelerinden. Kabinlerdeki insanlar Tanrı onlara gülümsemiş gibi sevinir daha bir şevkle sarılırlardı demir parmaklıklara. Ben de çok sarılıdım o parmaklıklara. Arkasında abim. Ben küçük bir çocuk, bir haber dünyadan. Sonra bir zil çalar ve biterdi görüş saati. Yolumuz gene Basmane'yi gösterirdi.

Basmane garı: delilerin ve evsizlerin uyumak için kendilerine yer bulduğu bir yerdi. İki büfe vardır içinde Basmane'nin. Bazen birinden alırdık yolculukda gereken erzakları, bazen diğerinden. Trenler gelirdi ara sıra. Hepsi birbirine benzerlerdi. Bizimkisi anons edilince koşarak giderdik yerlerimize. Kondüktörler ellerinde liste gelip kontrol ederken biletlerimizi vagonlar yeniden sallamaya başlarlardı bizi.

Bir İzmir yolcuğunda çizmiştim ön sırada oturan yaşlı bir adamın resmini. Annem hevesle göstermişti adama çizdiğim resmi ve adam gülümsemişti iki uyku arasındaki uyanıklığında.

Bir İzmir yolcuğunda görüş sırasında aşık olmuştuk tanımadığım ve abimle konuştuğu için kıskandığım kıza. Sarı ince bedeni ve her daim güzel kıyafetleriyle çocukça sevmiştim onu. Çok sonraları ben unutup gitmişken onu ve abimi kıSkanmazken artık ondan, abimin hala görüştüğünü öğrendim o kızla. Gülümsedim içimden. Sustum.

İzmir yolculuklarında öğrendim daha bir çok şeyi. Kaybolmamak için sarılmayı bir tanıdığa, bir yabancı şehirde yabancı insanlar arasında dolaşmayı, ve sevemedim İzmir'i bir daha. Sevmek istemedim. Sevecek bir şeylerim yoktur belki orada. Sevecek bir şeyleri bırakmışımdır çok uzaklarda...

Share this:

 
Designed By OddThemes & Distributd By Blogger Templates