SON DAKİKA

22 Nisan 2009 Çarşamba

Kolaj



Bir yerden başlamalıydı. Başlama noktasından başladım bende. Gecenin yarısını 13 dakika geçmiş ve her an 14...15...16....... geçebilir. Ne mi yapıyorum? Kucağımda geçen yaz bir marketteki indirimden yararlanarak aldığım orta karar dizüstü bilgisayarımla, Blogger'ın metin kutusuna yazı yazıyorum. 

Yarın Akustik adlı bir dersten sınavım var. Bir klip çekmem lazım, bir fotoğraf sergisi için çalışmam, bir dergiye yazı yazamam. Yaptım mı? Hayır. Ama içimde zerre kadar bir rahatsızlık yok. İşte bu rahatsız ediyor beni. Hissetmemek gibi bir şey bu. Acıyı hissetmemek gibi. Elim sende oynayan bir çocuk koşturmasında çimlerin arasına saklanmış hain bahçe musluğuna ayağını çarparsın ya, sekerek de olsa acıyı hissederek devam edersin yakalanmamak adına koşmaya. Çarptım, acıyı hissetmeden duruyorum ama. Neden hissetmediğimi bilmiyorum, ama içim rahat. Ne de olsa geçtim bahçenin hain musluğunu, arkamdaysa güneşten rengi açılmış tişörtüyle güneşten rengi koyulaşmış mahalle arkadaşım.

Çok oldu bir oyun oynamayalı şöyle en hasından. Bir davul zurna, çelik çomak, yerden yüksek ve favorim saklambaç. Bazen oyundan sıkılınca saklanırdım kimsenin bulamayacağı bir köşeye ve sessizliği dinlerdim. Arada bir oyun oynayanların sesi gelirdi uzaktan, el daha bitmemiş olurdu. Kavgalar çıkardı, bense soğuk bir taş zemine çömelmiş kimse beni bulmasın diye her zamankinden daha az nefes alırdım. Özledim saklambaç oynamayı. Özlemişim daha doğrusu. Daha neleri özledim kim bilir farkında olmadan. Farkında olmak için önce hatırlamak gerekiyor...

Kötü filmler izliyorum boyuna. Bol vahşet dolu, beyin siken cinsten. Beynim tecavüze uğrarken ben bakıyorum. Sonra film bitiyor bir yerde, üzülüyorum. Kötü şeyler yiyorum. Fazla sigara içip, her zamankinden fazla alkol tüketiyorum. Bunu neden yaptığım konusunda bir fikrim var mı diye soruyorum. Cevabı yok. 

Ne oldu anlamadım ama bahar havası çarptı sanırım. Ağaçlar tomurcuk saldılar. Gökyüzü gri elbisesini çıkardı çoktan, çıplak mavi tenini sergiliyor utanmadan.Ve güneş yakıyor. Güneşi severdim ben. İlkel bir duyguyla umut verirdi bana doğduğunda. Güzel şeyler olacak gibi gelirdi. Güneşin altında değişen hiçbir şey yok demişti bir filozof ve bir diğeri aynı suda bir kere yıkanabileceğimizi. Değişmeyen tek şey değişimdi. Değişiyorum haliyle. Sevmiyorum eskisi kadar güneşi. Umudu daha evrensel tanrılara bırakıyorum. Bahar havası fena çarpmış olsa gerek ki gecenin yarısını saat artık 27 geçerken ve ben bunu daha yazdığım anda bile 28'i alt köşedeki bilgisayar saatinde görürken çok fena saçmalıyorum.

Uykum var. Her gece neden uykusu gelir ki insanın? Bazı geceler gelmesin istiyorum ya hep geliyor. Davetsiz misafir bu olsa gerek. Sen istesen de istemesen de geliyor bir şekilde. Uykum var. Uyumuyorum. Serkisof az önce son sözlerini söyledi ve yattı windowsun mesajlaşma aparatından. Uykusu varmış onun da. Benim de var. Ama saçmalık sınırı Lynch'inkine eş rüyalar görmek istemiyorum. Bir köpeğe kuzgun diye seslenmek ve looney toons çizgi filmlerinden aparma kulübesinin kapağını bir stopmotion hindisiyle kapatmak istemiyorum artık rüyamda. Bizim ön bahçede kulak bulmayı yeğlerim. Daha sanatsal ve daha etkileyici olur belki rüyalarım.rüyamda Blue Velvet'i söyler bir kadın belki...

Etkileyecek kimse yok. Etkilenecek de. Sadece ben varım. Odamın dört duvarı var, yanımda masam, yatağım, kaset koymak için yapılmış ama bugünlerde silme CD dolu rafım ve babamın bir zamanlar sıkıntıdan oynadığı dartım. Etkilenmek istiyorum. Kim veya ne fark etmez. Etkileyici olsun yeter.

Sinemalara çift olarak gitmek istiyorum eskiden yaptığım gibi. Filmi izlemek yerine sevgilimi karanlığın çekiciliğinde öpmek, taciz etmek ve büyük bir iş başarmışçasına salondan çıkarken gülümsemek istiyorum. Birinin filmi anlatmamı istemesini ve yüzümde hınzır bir ergen gülümsemesiyle pek izleyemedim demek istiyorum. Bir birahanenin ortasında, etrafı insanlarla dolu bir masada kimsenin beni dinlemediğini bile bile konuşmak iyi gelirdi bana. Artık masalarım dört ya da beş kişiyi geçmiyor. Herkesi hayatımdan çıkardım. Geri kalanları da bekliyor tahliye çıkışlarında. Yeni baştan hayat kurmakta üstüme yoktur. Sonra dönüp geriye bakmamakta da. Özlüyor muyum geçmişte kalan yaşamlarımı. Hangisini daha çok özlüyorum. Özlemek için hatırlamak gerek.Hatırlamıyorum.

Bir tatile gidecek arkadaşlarım. Zorla beni de götürmek istediler. Gitmedim. Hiçbir zaman sevmedim her şey dahil tatilleri ve her şey dahil otel odalarını. Parasız pulsuz kalarak ve son paramı bir öğün yemek çıkarıp üstüne de bir bira içecek şekilde ayarlamak daha eğlenceli geliyor. Kıyı şeridinde oturup, donuma kadar kuma batmak, suda bata çıka yüzmek, dalgaları ezip geçmek ve yan tarafta yüzen güzel kızın sallanan bacaklarına şairene bir abazalıkla bakmak tercihim. Gecesinde bir bara gidip içmek, yan masadaki kızı kesmek ve dans pistinde amansızca karşısına çıkıp tavlamak ve geceyi geçirmek. Özlüyorum. Hatırlıyorum. Özlemiyorum.

Saat 40 geçiyor artık. Aynı şeyleri tekrarlamak yerine bir yerde bitirmeli diyorum. bitirmeye kafamda bitirerek başlıyorum. Uykum var. Bir çok şeyi özledim ama ne olduklarını bile bilmiyorum. Yazmayı sonlandırıyorum. Saat artık gece yarısını 41 geçiyor. Birazdan 42...43...44...45........................






Share this:

 
Designed By OddThemes & Distributd By Blogger Templates