SON DAKİKA

20 Nisan 2009 Pazartesi

Catharsis Bu Demek Olsa Gerek


Fatoş Güney'in Türk Sineması İkinci Yılmaz Güney'i Olarak Mahsun Kırmızıgül'ü gösterdiği şu günlerde herkes gibi ben de gidip izledim Güneşi Gördüm'ü. İşin aslı Fatoş Güney'in bu -benim açımdan talihsiz- beyanatını duymadan önce de merak ediyordum filmi. 
"Türkiye'nin kanayan yarası" olarak anılan bir savaşı anlatıyordu film. Çok şey beklemiyordum filmi izlemeye giderken. Beklediğimden fazlasını da bulamadım. Tıpkı "Türkiye'nin Kanayan Yarası" lafı gibi basmakalıp bir hikayeden ötesi değildi beni bekleyen.

Mahsun Kırmızıgül aslında bu hikayelere gerçekten de yabancı olmayan biri. Bu savaşı yakından yaşayan, belki içinde olmasa da tahmini olarak içinde olan bir çoğunu tanıyan biri. Böyle bir hikaye anlatması bu açıdan doğaldı. Ve bu hikayeyi "Ne şiş yansın ne kebap" tadında anlatması da Kırmızıgül'ün popüler olandan doğmuş olan ünlü kimliğine oldukça yakışıyordu. Beklediğim oldu savaşmayalım dosyalr, hepimiz kardeşiz temalı bir filmin içinde buldum kendimi. Gelelim şimdi filme neden böyle yaklaştığıma:

Doğuanadolu'da bir Köyde, bir operasyonun ortasında başlayan, sonra klişe olarak adlandırılan bir çok motifi (erkek çocuk, kuma getirme vesaire...) içinde barındıran ve zorunlu göç hikayesini aslına çok da değinmeden herkesin bildiği sabun nedenleriyle (Sadece bu savaş yüzünden boşaltılmadı oradaki köyler işin gerçeğinde. Oradaki savaş bir bahane oldu. İşin gerçeğinde devlet oraya hizmet götürmek yerine oradaki insanları hizmet olan yerlere çekip, işe yarayanından iş gücü elde etti, işe yaramayanını/geri kalanını da görmezden geldi) gösteren bir girişle başlar hikayemiz. Derken İstanbul Büyük Şehir, hem güzel hem zor diye devam eder. Film asıl temasının yanına bir çok yan temayı da ekleyerek (Eşcinsellik, Akraba evliliği, Bilgisiz yetişen insanlar, yaşam kavgası, mültecilik gibi...) yoluna devam eder. Kah iki ayrı yol seçmiş kardeşin hikayesine ağlarız, kah eşcinsel olma yolunda ilerleyen kardeşin çektiği ızdıraba. kah bilgisizlik ve yaşam şartlarının verdiği zorlukta bir çamaşır makinesinin katili olduğu bebeğe, kah ülkeyi terkedip giden insanların can pazarındaki hallerine... 
Film boyu bolca ağlamak kolay. Bir nebze orada yaşamışsanız veyahut duymuşsanız ve bir nebze de insansanız her üç sahneden birinde ağlayabilirsiniz. Ve her üç sahneden birine sıkıştırılmış "Bu savaş çok yanlış" temalı repliklere gönülden inanır ama aslında olayın özünü anlamadan filmi izlersiniz. Çok üzülür, empati kurar, "Evet bu savaş yanlış" der ve salya sümük salondan ayrılır on dakika sonra da bu arınmanın/catharsisin verdiği rahatlıkla hayatınıza devam edersiniz.

İşte bu filmin yanlışı da bu noktada baş gösterir. Eyvallah, bir çok olayı olduğu gibi yansıtmış Kırmızıgül sinema perdesine. Zorunlu göçü, kardeş kavgasını ve daha nicelerini gösterip vah vah dedirtmiş bize. Ama bize bir sorgulama yaptırmadan bunları dedirtmesi belki de bu kadar popüler olmuşken bir çok kişiye bir şeyleri göstermenin en uygun olduğu zamanda bir kaçış olmuş. Mahsun Kırmızıgül kendi catharsis'ini yaşarken ve ben görevimi yaptım derken, halktan yana politik görünen bir filmle karşımıza çıkmış ama bilerek ya da bilmeyerek tam tersi bir politiklikte, tam tersi organlara hizmet eden bir film çekmiş. Bir çoğumuz da bunu izleyip, ağlamaktan fazla hiçbir şey yapmamışız.

Fatoş Güney işte bu noktada bir gerçeği kaçırdığının farkında mıdır bilmem? Yılmaz Güney'in filmleri insanların sorunlarını anlatırken bir yandan da sorgulatırdı bize olanları. Bir Yol filminde, bir Sürü filminde veyahut Umut filminde biz sadece izleyip ağlamaz, üzülmez "Ulan bir dur" derdik. Bu filmdeyse bir dur demeye vakit bulamadan ağlıyoruz sadece. Catharsis denen şey bu olsa gerek. Günahlarımızdan arınıyor, kiliseden çıkıyor ve yeni günahlar işlemeye devam ediyoruz bu filmden sonra. Çünkü daha on dakika önce bolca ağlayıp günah çıkardık o insanlar adına. Gerçeklerse yeni günahlarımızda yaşıyor...

Share this:

 
Designed By OddThemes & Distributd By Blogger Templates